20 Ekim 2010 Çarşamba

Başlarken

İnternetin Türkiye’deki tarihi aynı zamanda  uzun ve sabırlı bekleyişlerin de tarihi. Türkiye, online dünya ile resmi olarak 12 Nisan 1993’te tanıştı. O dönemlerde bilmiyorduk ki Online yaşamın yaygınlaşması için uzun süre beklemek gerekecekti. Dial-up bağlantının OECD ülkelerinin ardından bize gelmesi için tam 8 yıl bekledik, ardından ADSL’in gelmesi için de 5 yıl…

Tek bir mp3 indirmek için bilgisayar başında ortalama dört saat beklediğimiz dial up günlerini yaşı 25 üzerinde olanlar çok iyi hatırlayacaklardır. İnternet kullanımının hayatımızdaki değeri arttıkça kullanıcıların ihtiyaç duyduğu hız ve bantgenişliği miktarı da artmakta.
2010 Türkiye’sinde standart bir kullanıcının ulaşabileceği en yüksek hız olan 8 Mbps ise hala gerçek dünyanın çok uzağında...

Tüm bu bekleyişlerin nihayetinde, fiber optik kablolar sayesinde ışık hızında veri alışverişini mümkün kılan Fiber İnternet, 2007 yılında OECD ülkelerinden sadece 2 yıl sonra Superonline tarafından Türk kullanıcılarına sunuldu.

Devrim niteliğindeki bu gelişmeden geçmişe doğru baktığımızda, yıllar içinde Türk internet kullanıcıları olarak interneti deneyimlediğimiz bir dönemden geçtiğimiz açıkça görülüyor. Şimdi ise Superonline olarak en hızlı internet deneyimini dünya ile paralel zamanda kullanıcılarımıza sunuyor olmanın haklı gurur ve keyfini yaşıyoruz.

Fiber İnternet, Türk kullanıcılarının yeni bir internet deneyimi ile tanışmasını sağlamasının ötesinde dijital  dünya ile olan entegrasyonumuzun dünya ile paralel bir çizgide ilerlemesini sağlaması açısından da önemli bir gelişme.
Dünyanın mevcut en ileri internet teknolojisi kabul edilen Fiber İnternet’e olan tutkumuz ve geleceği bu alanda görmemiz nedeni ile çok ciddi bir altyapı yatırımı gerçekleştirdik, gerçekleştirmeye de devam ediyoruz. . Bu doğrultuda öncelikli amacımız sunduğumuz yeni teknolojiler ile internet kullanıcılarının online hayattaki deneyimlerini artırmak, yeni servisler ile onları şaşırtmak ve heyecanlandırmak.

İnternet kullanımının temel ilkeleri olan, “şimdi, hemen ve daima”dan hareketle sizlerin internet başındaki bekleyişinize son vermek bizim asıl görevimiz. Bu noktadan hareketle çıktığımız yolda, Türk internet kullanıcıları Superonline Fiber İnternet ile evlerinden 100 mbps ile bağlanabilmekte.

Sizleri bu kesintisiz ve güçlü bağlantı ile tanıştırmak amacıyla hazırlanırken Superonline ekibi uzun soluklu bir çalışma gerçekleşleştiriyor. Superonline olarak ilk kurulduğu günden bu yana, Türkiye’nin telekomünikasyon aracılığıyla dünyanın geri kalanı ile bağlanmasında üstlendiği öncü rolüne sahip çıkmaya kararlıyız. Bu kararımızda sizlerin de bizim yanımızda olduğunuzu bilmekse  en güçlü motivasyonumuz.   

Bu motivasyonla sizleri bir kez daha, bir büyük yenilik olan Fiber İnternet kullanımına davet ediyoruz.
Unutmayın, hayat kısa ve kaybedecek zaman yok! 

Sevgi ve saygılarımla,

Murat Erkan
Superonline Genel Müdürü



Unutma, Kaybedecek Zaman Yok!

Mutlu SON!

Duyduk duymadık demeyin, sesimiz boyumuzu aştı. Vatana millete hayırlı olsun, bir kahramanımız var artık beyler, bayanlar.

Şimdi bendeniz ve bir kısım dost meclisim aylardır yazıp duruyoruz beklemenin hallerini, çilelerini türlü şekil deneyimini... Sizler gerek blog, gerekse sosyal medyada yorumlarınızı gönderiyorsunuz... Çaktırmadan kalabalıklaşıp, kendi halimizde takılıyoruz sanıyorduk şu güne kadar...

Saf değiliz, elbet beklemekten tek sıkılan biz değildik... Ancak meğer bir başka ekip de gizliden gizliye hummalı bir çalışma içindeymiş. Günlük hayatımızın içinde yeterince vakit kaybettiğimize inanıp yola çıkmışlar... Yıllardır hayatımızın içindeki bir markadan, tüm internet kullanıcılarının yakından tanıdığı Superonline’dan bahsediyorum.

Kendileri çok önemli bir bekleyişe son vermeye kararlı çıktılar karşımıza. Şöyle bir bakıştık, pek çabucak anlaştık ve karşılıklı aynı fikirde karar kıldık: Kaybedecek Zaman Yok!

Anlaşılan o ki dünyaya açılan pencerimiz , en önemli iletişim aracımız internetin başındaki bekleyişimize bir son verildi: Superonline Fiber İnternet hayatımıza girdi.

Biz ki sevgiliyi, haberi, doktoru, sınavı, terfiyi, askeri, mesaiyi beklemişler... Tutturduk bir beklemek, yuvarlanıp, gidiyorduk. Tam da bu noktada her birine değil ama çok önemli bir bekleyişe son verildiğini buradan duyurmak pek şık oldu açıkça.

Şimdi ilk kez bir bekleme deneyimine tavsiye vermekten öteye geçip çözüm öneriyor olduk.  Bundan daha güzel son olamazdı kendi adıma. Tam eski Türk filmleri gibi, finalde mutlu bir kucaklaşma! 

Şimdi söz Superonline’ın, sizlere projeyi anlatacaklar. Ben de çekileceğim izninizle artık huzurundan. Takdir edersiniz ki bekleyen bir sürü işim var.

Bekleyen

13 Ekim 2010 Çarşamba

Çok mu naif hareketler bunlar?

Duyduk duymadık denmesin, an itibariyle ‘en en ama en kötü bekleme deneyimi nedir?’e cevap aranıyor. İşe, okula, geleceğe dair tüm beklentiler gözden geçirildi, insana dair olan ipi göğüsledi. Sevgili dostlar ortak kanı şudur ki konunun beklemekten çıkıp, beklentiye döndüğü ana tehlike çanları eşlik ediyor.

Anlaşılmayı beklemek bunlardan biriydi, yazdık gitti. Ama sadece o değil ki... Karşımızdakinden ne kadar çok bekliyoruz aslında, neleri bekliyoruz ya da? Herkesin cevabı kendine ama en çok bir basit teşekkür bekliyor olabilir miyiz?

“Adab-ı muaşeret diye bir şey var” ne komik cümledir. Evet var tabii olmaz olur mu? Yalnız mesele görgü kurallarından geçeli çok oldu... İnsanlar tatsız, mutsuz, huzursuz... O insanlar örüyorlar sosyal çevreyi ve her geçen gün zorlaşıyor o çevrede durmak, var olmak.

Oldukça insani bir beklenti ama yine bulunca sevinmek gerektirenlerden.  Verilen destek, tamir edilen alet, pişirilen yemek, bazen sadece “nasılsın” sorusu ya da kapıdan geçerken tanınan öncelik... Bir kuru teşekkürü haketmez mi? Ancak gün geçtikçe daha az karşılık bulur oldu sanki...

Karşılık alamadıkça bizler de daha geriliyor, yeniden denemez mi oluyoruz? Bizde mi es geçiyoruz bazı anlarda? Hiç tanımadıklarımıza karşı mecburi hamleleri yapıyoruz da yakın çevremizden iyice mi esirgiyoruz? Hem zaten yerinde ve zamanında olmayan teşekkürün de kıymeti yok özrün de aslında... Deneyimlenmesi anlık, yarattığı hissiyattan kurtulunması uzun beklentiler bunlar. Bazen bir küçük tatsızlık tüm günü negatif geçirmeye neden olmuyor mu? Diğer yandan tam tersi senaryo düşünüldüğünde, küçük bir hoşluk ya da bir gülümseme günü aydınlatmaya yetip de artmıyor mu?

Çocukken bilip büyüdükçe unuttuğumuza dair teşekkür. Zamanla öğreniyoruz ya duyguları saklamayı, profesyonel olmayı, ağlamamayı, kahkaha atmamayı... Öylece öğrenirken gidiveriyor minnet, mahçubiyet ve de tevekkül... Her şeye hakkımız var ya hani... Biraz da hayata hak versek ve bekletmesek...

Birgün belki...

Bekleyen

11 Ekim 2010 Pazartesi

Medeniyet dediğimiz...

Bilgisayarlarının başında fazlaca vakit geçirenler, cep telefonlarından ayrılamayanlar, geç saat eve döndüğünde eli kumandaya ya da CD player’a uzananlar... Kahvaltısını kızarmış ekmekle ya da tostla geçiştiren sofra kurmaya vakti olmayanlar... Mikro dalga fırın, ankastre ocak kullananlar... Çalar saati radyolu, traş makinesi şarjlı olanlar... Farkında olmadan elektronik bağımlılığı her geçen gün artan bizler... En daraldığımız anın farkında mısınız? Elektrik kesintisi : )

Enerji boşuna son yılların en çok yatırım yapılan, adından en çok söz ettiren sektörü değil. Dünya nufüsu arttıkça, doğal kaynak kullanımı yetersizleşirken, bizler de eş zamanlı olarak teknoloji ile hayatımıza giren kolaylıklara daha fazla alışıyoruz. En temel ihtiyaçlarımız, aydınlanmak ve ısınmak bile çoğunlukla yine elektrik enerjisi istiyor. Medeniyet enerji ile aynı yolda yürüyor.

Plaza hayatında jeneratör mevcut kabul, ancak evlerde öyle mi? Olası bir bakım çalışması ya da bir aksilik, elektrik kesildi. Yetişmesi gereken ödev, seyredilmesi planlanan maç ya da dizi, dolaptaki yiyecekler hepsi yanacak ampüle bağlı... Bu Edison büyük adammış gerçekten. 80’lerden ev telefonları da telsize döndü döneli, cep telefonunuza sarj yoksa pizza dahi söyleyemezsiniz. Hem unutmayın diyafon da çalışmayacak zaten. Sahi evinize kettle aldığınızdan beri en son ne zaman kahve için ocakta su ısıttınız?

Romantik bir akşamın içinde pek şahane duran mumlar, iş mecburiyete binince ortama pek de hava katmıyor... Bizden önceki kuşaklarla arada bir empati oluşturma şansımız da çok fazla yok, kabul edelim. Hoş memleketimizin kırsalının ciddi bir bölümünün elektrikle tanışması son 30 yıl içinde gerçekleşti... Kulağa gerçekten hikaye geliyor, değil mi?

Ortada kalan işin aciliyet durumuyla gerginliğin de doğru orantıda olduğu bir bekleyiş besbelli bu elektrik meselesi. Sakin bir akşam fener ışığında kitap okuyarak geçebilir de sahi en son ne zaman günler sakin geçiyordu ki? Döndük mü yine telaşlı bizlerin o karmakarışık hayatına... Basite indirgemediğimiz her konu gelip ayağımıza dolanıyor işte... Şimdilerde çok azalan elektrik kesintileri gündemi bir anda nasıl değiştiriyor halbuki. Söz konusu temel ihtiyaçlar olduğunda hayat duruyor... Belki de o temel ihtiyaçları minumumda tutmak gerekli...

Bekleyen

9 Ekim 2010 Cumartesi

Sporcunun kaderi...

Bu yıl hem futbolda hem de basketbolda iki dünya şampiyonası takip ettik hep beraber. Şimdi bir tane de bizim önümüzde bekliyor, Ekim ayında Japonya’da. Türk medyasının bizlere uygun gördüğü ve de çok sevdiğimiz sıfatımızla, Filenin Sultanları olarak 29 Ekim’de Osaka’da ilk maçımıza çıkacağız.

Zorlu bir sürecin içinden geçtik bu dönemde. Mayıs ayında başladığımız hazırlıklar altı aya yayılmış durumda. Kısa süreli hedef turnuvalar her daim daha kolay. Ancak hazırlık zamana yayıldığında bir oyuncu olarak olası hamleleri, taktikleri, rakibin hazırlıklarını tartma fırsatınız çok daha fazla oluyor. Bekleyiş ister istemez sıkıntılı bir hale geliyor.

Bu altı aylık dönem sadece turnuvaya hazırlanarak da geçmiyor doğal olarak. Mayıs ayı geldiğinde benim kişisel gündemimde transfer de vardı örnek vermek gerekirse. Neyse ki sezon bitimiyle birlikte çok hızlı bir şekilde sonuca ulaşıldı ve onu da beklemek durumunda kalmadım. Herhangi bir konsantrasyon kaybı da yaşamadım.

Diğer yandan Dünya Şampiyonası öncesi iki önemli organizasyon daha gerçekleşti. Biri Ankara’daki Avrupa Ligi Finalleri, diğeri ise Eylül ayında İtalya’da gerçekleşen Grand Prix elemeleriydi. Bu kadar önemli organizasyonlar söz konusu olduğunda elbetteki o bekleyişte hedeften de uzaklaşılıyor. Parça parça düşünmeyi öğrenmek gerekiyor.

Dünya Şampiyonası hem milli takımlar için mevcut en önemli ikinci organizasyon hem de en büyük organizasyon olam Olimpiyat Oyunları için avantaj yaratmak adına önemli. Bütün amacımız Olimpiyatlara takım halinde katılan ilk Türk ekibi olmak. Ve bu düşüncelerle beklemek gerçekten hem zor hem de yorucu.

Bir de herkesin bildiği üzere dünyalar güzeli kızım beni evde beklerken. Her bir şampiyona ondan uzak kalmak ve ona kavuşmayı beklemek anlamına geliyor. Sporcu bir anne olarak hep hedefleri beklemek, şampiyonayı beklemek, o ana ulaştığım anda da aileme kavuşmayı beklemek durumundayım. Seçtiğim ve de çok sevdiğim hayatımın en büyük handikapı bu belki de...

Neslihan Darnel
A Milli Kadın Voleybol Takımı Oyuncusu 

5 Ekim 2010 Salı

Hürmüz sen bizim herşeyimizsin

Bir varmış bir yokmuş, koca bekleyen çokmuş! Bunca deneyime bu yüzyıllık meseleyi yazmazsam hatrım kalır der, saygılarımı baştan peşin peşin sunarım. Koca bekliyor olmanın kötü bir tarafı yok tabii de komik tarafı çok malum.

Konsept tuhaf bir kere, tamamen belirsiz, tamamen hayal bir adaydan bahsediyoruz. Milli piyangonun çıkmasını beklemenin bile spesifik bir tarafı var, en azından rakam belli. Beklenen kocanınsa? Hiç birşeyi :)

Şimdi bu durum genelde ev kadınlarına ithaf ediliyor ya süper yanlış kanı ayrıca. Mekteplisi, mektepsizi, çalışanı çalışmayanı pek fark etmiyor. Kadın kısmı o hayalin peşinde ömrünü yiyiyor. Aile kurmak istemek normal ama bu işin asıl normali önce adamı bulup sonra hayali kurmak değil mi? Yok işler böyle yürümüyor. Kadın kafasında bir fotoğraf hayal ediyor, sonra da aday adaylarını çerçeveye sıkıştırmaya çalışıyor gibi. Bir tuhaf hikaye yani...

Şöyle bir ev, böyle bir hayat derken x standartlar, y beklentilerle çakışıyor, oluyor size 3 bilinmeyenli denklem. Garibim z’nin dünyadan haberi yok. Karşılarına çıkan her adam denklem içine çekiliyor, ölçülüyor tartılıyor. Tutarsa eyvallah, tutmazsa sıradaki. Sadece belirsiz değil, deneme yanılması da bol kepçe bir yol yani.

Bu beklemek bir de arayış içeriyor tabii... Öyle eski usul evin balkonunda, camında, çeşme başında beklenmiyor. Sokağa çıkılıyor, hayata karışılıyor. Çok mu art niyetli gidiyor bu yazı? Yani bir kısım canım sıkılmıyor değil çevrede olan bitene... Onca eğitim, onca kariyer, hedef, emek... Yarattığın pozitif değer, daha iyisi mi olsun diye?

Akışına bırakın hanımlar, akışına bırakın. Gönül işi taktik kabul eder mi? Yürüyün bildiğinizce yolunuzda, kendinize dair olsun meseleniz. Gün gelir bir yuva kurulur ya da kurulmaz... Bu uğurda ömür geçer mi? Hem gelince ne olacak sanıyorsunuz? Evde oturup PlayStation’un başından kalkmasını bekleyeceksiniz. Söyleyin, değer mi? 

Bekleyen