5 Temmuz 2010 Pazartesi

Dünya Kupası uğruna

Beklemek kimi zaman sıkıcıdır... Kimi zaman da eğlenceli… Ama beklemenin en derin duygusu “belirsizliktir...” Bilemezsiniz ne olacağını… Onun için bekler insan… Heyecanla ne olacağını görmek için bekler… Doğumu beklemek başkadır, ertesi gün gazetede çıkacak haberi beklemek başka... Bütün insani duyguların dışında gerçek bir futbolseverseniz “derbi” beklemek, kader çizecek 90 dakikayı beklemek farklıdır… Hayat zaten belirsizliklerle doludur... Bir dakika sonra ne olacağını kestiremezsiniz… Hele işin içine ‘top’ giriyorsa hiç bilemezsiniz ne olacağını…

Şimdi Dünya Kupası var… Hepimiz her gün yeni bir heyecanla kalkıyoruz yataktan… “Acaba bugün kim kazanır?” ana sorumuz… Sürpriz olur mu? Favori yoluna devam eder mi? Gazetede sayfa hazırlayacak olanın derdi başkadır, bahis oynayanın ayrı, taraftar olanın ayrı... 2002 Dünya Kupası’nda kalbimiz başka çarpıyordu... Türkiye Kore’de, Japonya’da sahadaydı… Onun için farklıydı kupa.. Bugün ise farklı... Mesut mu, Maradona mı, gönüllerin şampiyonu Brezilya mı, yoksa futboluyla büyüleyen İspanya mı? Yine uzağında kalarak bekliyoruz maçları… Yani heyecan var ama kalben değil heyecan… Pır pır atmıyor yüreğimiz bekleme sürecinde. Hep kişisel beklentiler var... Ya iş için bekliyoruz, ya bahis oynamışızdır sonuç için bekliyoruz, ya da iddiaya girmişizdir arkadaşımızı kızdırmak için bekliyoruzdur… Yoksa kimsenin kronik Alman ya da İspanyol olduğunu sanmıyorum…

Biz gazeteciler “iş” için bekliyoruz Dünya Kupası’nı... Maçı ertesi gün sayfaya nasıl yansıtacağımızı planlarız… “Kim kazanırsa ne olur?” tartıştığımız birincil konudur.. Maradono mevzu bahisse basın toplantıları maçtan daha önemlidir… “Acaba ne diyecek yine?” merakı kaplar içimizi… Diego zaten hepimizin çocukluk ya da gençlik ilahı... O söz konusu olunca maç başka bahara kalıyor… Biz Türkler de aslen maçı değil, dedikodusunu sevmiyor muyuz zaten… Daha ne isteriz ki Maradona’dan başka...

Gazeteyi ikiye ayırmak lazım.. Biz sporcular, işin editoryal kısmına bakarız... Baskıcılar da sayfaların yetişip yetişmeyeceğine… Uzatmaya kalan maçları, penaltı atışlarını baskıcılar hiç sevmez… Atılan her penaltı kaçan bir hat demektir, ya da ekstra kalkacak kamyon… Onlar için kim kazanırsa kazansın 90 dakikada kazansındır ana parola...

Biz ise işin estetik kısmına kaygılanırız… Maç sonunda bir kupa töreni varsa ve bu Dünya Kupası finaliyse en iyi fotoğrafı bekleriz ajanslardan gelen… Tam sayfaya fotoğrafı koyacakken bilgisayarın başındaki bağırır “Ya bu fotoğrafı gördünüz mü?” diye… Koşar bakarsın hemen daha iyi var mı diye.. .Arada da telefon çalar, matbaadan ararlar.. Volüm her telefonda artar: “Sayfalar nerdeee?”…

Siz ise evinizde televizyonu kapatıp muhtemelen uykuya dalarsınız kupa töreninden sonra… Sizin beklentileriniz tatmin olmuştur muhtemelen ama bizim beklentilerimiz yeni başlıyordur aslında…

Gökmen Özdemir
Gazeteci, Spor Yazarı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder