Geçen hafta Paris’teydim. İnsanda aşka benzer bi duygu yaratan bu şehirden henüz ayrılmadan bi sonraki gidişi beklediğimi hissettiğim an, çoğu insan gibi ‘bekleme”nin olumlu ya da olumsuz çağrışımlarından azade bi hayatım olmadığını fark ettim.
Ne acaip bi duygu…
Eski Türk filmlerindeki duygusal durumlar misali: Sevgilinin yanındayken bile özleme hali… Vuslata ermek için beklemek fiili eski film ve romanlar nostaljisinde kaldı biliyorum.
O günlerdeki gibi olmasını beklemiyoruz tabii. Hız çağında kimse kimseyi hiç bir konuda beklemek istemiyor.
Bekleme ve bekletme eylemi arızaya bağlanıyor.
Yine de ‘aşk’ın bazı bünyeler için ‘sabır’ a ilişkin bi göndermesi var eski zaman muhabbetlerine. Bu durumda bekletmenin sadizmi ile beklemenin mazoşismi ‘tutku’ köşesinde seni bekliyor. İllaki o yaman çelişki: Cansiperane başlasın diye bekliyor bi taraf, sonra da bitsin diye belki…
Bitsin diye bekleyen başlasın diye bekleyen ise sorun yok. “Bitecek mi?” diye bekleyene kesiyor cezayı zaman…
Aklının bi köşesindeki o minik kurt yuvalandığı yerden vır vır konuşuyor kendi kendine: Ya biterse…
Bi şeye başlarken ona başlamayı bekliyorsun önce, sonra da bitirmeyi. Böyle yaratılmışsın zira.
Aşk da buna dahil söylemesi acı.
Beklemenin ikiz kardeşi sabretmek fiiline ise hiç girmemeli. O meşhuur “Sabreden derviş”in muradına erdiğini gören bilen var mı? Dervişi bilmem ama ”bekleyenblog” muradına erdi. Bak bi parça beklettim ama beklemek üzerine yazdığım yazı bitti!
Son söz: Beklerken acı çekmiyorsan beklemek aslında hiç de fena bi şey değil. Godot’yu beklemiyorsan tabii!
Ayşegül Aldinç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder