12 Ağustos 2010 Perşembe

An-la-sa-na!

Anlattığın kadar değil, karşındakinin anladığı kadarmışsın ya bu hayatta… O zaman o hayatın en insani ve de bir o kadar biçare bekleyişi ile devam edelim yazmaya…

Okulda evde, sosyal çevrelerde, özel hayatta, sokakta ve de yatakta ve hatta maçta, doktorda, karakolda akla gelen her yerde her alanda… Bir çift sözümüz var ya… Hani bir hikayemiz var anlattığımız… Kendimizce koyduğumuz noktalar, aldığımız tavırlar… Bazen telaşlı bazen de fazla sakin beklediğimiz… Asıl soru şu şimdi: Karşınızdaki ne kadarını kabul etti, özümsedi ya da hazmetti? Belki de toptan reddetti!

Misal birini terk ederken ya da “gitme” derken… Ya da özlemişken veya çok ama çok kızmışken… Evden ayrılmaya karar verdiğimizde ya da dönmeye… İşi bırakmak istediğinizde veya yeni bir projenin peşine düştüğümüzde… Belki de bir macera var önümüzde… Tüm o çevremizdekiler, soran gözler… Anlatmadan anlasalar ya keşke…

Hitabeti kuvvetli tipler vardır ya etrafta sanmayın çok iyi anlatıyorlar dertlerini… Herkesin içinde bir yerde bir sohbette ne kadar anlaşıldığına dair bir şüphe yatar… Ya da bana mı öyle geliyor? Sanki öyle, evet evet öyle gibi… Yakın ya da uzak geçmişte bir hatıranın ucunda sallanır, içini kemirir o an… Kemirmez mi?

Anlaşılmayı beklemek biraz da özür diler gibi bir hal nedense… Sanki karşınızdakinin planlanan eylem ya da ortaya konan fikri beğenmeyeceğini veyahut onaylamayacağını düşündüğünüz anlara dair… Aynı fikirde olmayı beklemek gibi ama değil işte…

Anlamak, aynı yerde olmak; anlaşılmak onaylanmak değil aslında… Hani hoşgörü dedikleri geçer biraz yanından kolaylaştırır işleri… Tersi durumlarda isyan hızlıca kaplar bünyeyi…

Konuşa konuşa anlaşıyormuş ya insan… Dikkatli konuşsun aman, kırmadan, kızmadan,  küstürmeden… Belki böylece azalır beklenti… Kim bilir?

Bekleyen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder